5 Eylül 2013 Perşembe

ALAKIR'A HES YAPILMASIN!.........


Mustafa Nevruz,
Alakır, destek olan herkese minnettar!
Alakır Nehri'nin kaynağının çok yakınında yapılması planlanan Alakır­ 1 ve Alakır­ 2 HES’ler için olumsuz Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu verilmesini talep eden kampanyamız, senin gibi dayanışma ruhu taşıyan insanların desteğiyle kısa sürede 22.000’e yakın imzaya ulaştı.
22 Ağustos'ta Antalya­ Beydağları'nda bulunan Büyükalan Köyü'nde sözkonusu projeler için ÇED, Halkın Katılımı Toplantısı yapılacaktı. Yaptığımız çağrılar sonucunda Antalyalılar, HES projeleriyle canı yanmış çevre köy ve vadilerden insanlar, STK’lar ve yaşam hakkını savunan oluşumlar, toplantının yapılacağı alanda yüzlerce kişi bir araya geldik. Biz de 22.000 imzanın baskısını alarak köylülerle beraber toplantıya katılmak üzere yerimizi almıştık. Renkli pankartlarımız, sloganlarımızla Alakır'ın özgür akmaya devam edeceğini haykırıyorduk.
Coşku o kadar fazlaydı ki, çıkan seslerden toplantı gerçekleştirilemedi ve yetkililer alandan ayrılmak istediler. Toplantı tutanağının avukatımıza gösterilmesi talebimiz reddedildi. Orada bulunan yüzlerce kişinin, Alakır'a destek olan 22.000'e yakın kişinin olumsuz görüşlerine rağmen toplantı tutanağı tam tersi düzenlenmiş olabilir endişesine kapılan topluluk, tutanak gösterilmeden alandan ayrılmamaya karar verdi.
Yaklaşık bir saatlik yol kapatmanın ardından jandarma zor kullanarak yolu açmaya, yetkilileri alandan kaçırmaya çalıştı. “Her yer direniş” bir slogandan öteye giderek Büyükalan Köyü'nde Alakır Nehri için vücut buldu. Jandarma, hukuki haklarını talep eden topluluğa sert müdahalede bulundu. Halktan yaralananlar ve bayılanlar oldu. Buna rağmen belge bizimle paylaşılmadı. Adeta alandan kaçırıldı!
Sonradan çekilen fotoğrafları incelediğimizde toplantı tutanağında “Toplantı halkın bilgilenmek istememesi sebebiyle sonlandırılmıştır” cümlesini fark ettik. Bu ibarenin yoruma açık şekilde kötüye kullanılabileceğinden endişeleniyoruz.
Bu durumu protesto etmek ve üst birimlere yapılan hukuksuzluğu bildirmek için 26 Ağustos'ta Antalya Cumhuriyet Meydanı'nda bir araya gelip, valiliğe yürüyerek, görüşme talep etmeye karar verdik.Cumhuriyet Meydanı'nda yaptığımız basın açıklamasına komşu vadilerimiz olan Kuzdere, Ahmetler Kanyonu, Kesme Boğazı da destek verdi. Ayrıca Antalya'dan STK’lar ve Halkevleri gibi birçok oluşum da yanımızdaydı.
Vali Yardımcısı ve Orman ve Su İşleri Bakanlığı yetkililerinin de bulunduğu toplantıya, biz ise üç temsilciyle katıldık. Senin gibi duyarlı insanların kampanyamıza verdiği imzaları bir klasör halinde ilgili birimlere teslim ettik. Yoğun bir hafta geçirdik ama Alakır'ın özgür akması için on binlerce kişinin sorumluluk almaya hazır olduğunu görünce umutla dolduk.
Biz bu süreçte tüm hukuki yolları denemeye kararlıyız. Şirket veya devlet yetkililerinin görevlerini kötüye kullanmaları durumunda, fiziksel olarak da Alakır'daki canlılarla birlikte yaşam mücadelesi vermeye hazırız. Akdeniz'de su ve yaşam mücadelesi veren tüm vadiler birbirbirimize destek olmaya, deneyim aktarımına, nehirlerimizin ve onların yarattığı güzellikleri tüm dünyadan insanlarla paylaşmaya, şirketlerin kazançları için vadilerimizi yok etmek istemelerine karşı mücadele etmeye kararlıyız.
Sen, köylerdeki, vadilerdeki insanlara birlik olduğumuzda sahip olduğumuz gücü hissetmelerinde inanılmaz büyük destek oldun. İyi ki varsın! Olympos’ta yapılması planlanan bir diğer HES projesini engellemek için başlatılan kampanyayı da imzalayarak bu bölgedeki canlılara bir kez daha yalnız olmadıklarını gösterebilirsin.
Çok daha olumlu haberleri en kısa sürede paylaşmak umuduyla :)
Alakır Nehri Kardeşliği

10 Temmuz 2013 Çarşamba

ZALİMLİK, HAİNLİK VE DİNSİZLİK!....

                                                                                                                       10  Temmuz   2013
TBMM Başkanlığına
            Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı Sn. Muammer Güler tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını Anayasa’nın 98 ve İçtüzüğün 96. maddeleri gereğince saygıyla talep ederim.
                                                                                                           Atilla Kart
                                                                                                          CHP Konya Milletvekili
            --Siyasi iktidarın rant’a dayalı olan sakat çevre anlayışının en acı örneklerinden birisi Konya’da yaşanmıştır.
            . Selimiye Camii ve Mevlana Müzesinin-Türbesinin bulunduğu Mevlana Alanında 70-80 yıllık ağaçlar, Büyükşehir Belediyesinin sorumluluğunda  “çevre düzenlemesi” gerekçesiyle sökülmüş, alan çıplak hale getirilmiş ve zemin mermerle döşenmiştir. Vatandaşlarımız;  Cuma günleri, Teravih ve Bayramlarda, sıcak havalarda ağaçların altında namazlarını, ibadetlerini yapabilirler iken, artık bu imkândan da yoksun kalmışlardır.  Mevlana Türbesinin bulunduğu tarihi alan taş-beton yığınına dönmüştür.
            . Mevlana Meydanında çevre katliamı yapılmış, ağaçlar ve çimenler yok edilmiş, oldu-bitti yaratılarak,  meydan Başbakan’ın 17 Aralık 2012 tarihindeki mitingine yetiştirilmek pahasına heba edilmiştir.  Ağaçların, Mevlana Türbesinin görüntüsünü engellediği yönündeki gerekçelerin ise hiçbir inandırıcı yönü yoktur.

            Açıklanan bilgi ve değerlendirmeler ışığında soruyoruz;
            --Yukarıda açıklaması yapılan düzenleme,  hangi gerekçe ile yapılmıştır? Bu düzenleme hangi ihtiyaçtan kaynaklanmıştır?
            --Türbe önü düzenleme projesi, ağaç ve çevre katliamı yapılmadan gerçekleştirilemez miydi?

15 Haziran 2013 Cumartesi

ÇOK ÖNEMLİ BİR HATIRLATMA!...

23 Şubat 2011 Çarşamba


ÇEVRE FELAKETİ YAŞANIYOR
Mustafa Nevruz SINACI (*)
 "Dünya, elektrik üretiminde rüzgâr ve güneş enerjisi peşinde…"
Uluslararası Geochange Kurulu ve Ülkeler Deprem Kestirme Ağı Başkanı Prof. Dr. Elchin Khalilov “Yerkürede oluşacak olağanüstü değişimler” konulu raporunda, 2011 yılında sel, fırtına ve tornadoların yanı sıra, deprem ve yanardağ patlamalarında da artış olacağını belirterek, “2011 yılı dünyanın sismik ve volkanik aktivitesinin doruğa ulaşacağı bir yıl” dedi. Nitekim, Geçen yıl Avrupa da hava trafiğini felç eden Eyjafjallajokull Yanardağının ev sahibi İzlanda’da Bardarbunga isimli büyük volkan da patlama eşiğindeymiş (10.02.2011-Milliyet)
Ayrıca, geçen yıl ülkemizde Trakya, Marmara ve Karadeniz bölgelerinde, bu yıl da Bodrumda yaşanan, yine Avustralya’da büyük zararlara yol açan sel felâketlerinin, bizlere doğamızın son uyarıları olarak algılanmasını isterim. Bunun sonucu, ülkemizde özellikle önümüzdeki dönemde olası sel felâketlerine karşı gereken önlemlerin alınmasını halkımızdan, STK kuruluşlarından, tüm yerel yönetimlerden ve ilgili bakanlıklardan isteyelim!...
Ne yazık ki güzel ülkemizde siyasi yaşam gündemi, ya dinsel ya da etnik milliyetçiliğe dayalı hale geldi. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ülkemizde çevre kirliliğine karşı duyarlı bir siyaset ve siyasi güç söz konusu değil. Oysaki dünyanın ve bölgemizin gündeminde çok acil olan birçok çevresel konu ve proje beklemekte.. Özellikle çevre kirliliği için alınması gereken önlemler gecikirse, çözümler zorlaşacaktır. Örneğin; Tuzlayı çürük yumurta ve yanık yumurta kokusu sardı. Tuzlada yaşan çevre kirliliğine dikkati çekmek için toplanan 20.000 imza TBMM ye sunuldu. Dericiler Organize sanayi bölgesine ait krom, sülfür, boya ve ağır metal içeren atıksuların arıtılmadan Umur deresine deşarj edildiği belirtiliyor (19.11.2010-Milliyet)
Ermenistan’daki eski model Medzamor nükleer santralından radyasyon sızmaları olduğu iddiası üzerine Iğdır, Ağrı, Muş, Tunceli, Hakkari ve Şırnak’ta 100 yerde ölçümler yapılıyor (25.01.2011-Milliyet).Ukrayna’da patlayan Çernobil nükleer santralının feci sonuçlarını lütfen hatırlayın ve Doğu bölgesindeki vatandaşlarımızın yaşamını ve sağlığını tehdit edecek bu riske karşı uyanık olalım.
Ülkemizde de, Mersin-Akkuyu’da Ruslar tarafından yapılacak nükleer santralın dünyada bir ilk olacağını ve 2007 de çıkardığımız yasada, kurulacak santralın kuracak şirketin ait olduğu ülkede 5 yıl denenmiş olması şartına uymadığı ortaya çıktı. (11.07.2010-Cumhuriyet)
Konya’nın Çeltik ilçesi Küçükhasan beldesindeki Akgöl, 1970’lerde DSİ Genel Müdürlüğü tarafından tarla açılmak amacıyla kurutuldu. Şimdi Türk-Alman bakanlıklarının işbirliği ile yeniden hayata döndürülüyor (10.2.2011-Cumhuriyet), 
Konya’da obruk alarmı: Konya da son iki yılda 10 ayrı bölgede yeni obruklar oluştu. Böylece obruk sayısı 100’e yükseldi. Yanlış sulama yüzünden açılan ve yeraltı suyunu tüketen 5500 artezyen kuyusunun ancak 935 tanesinin ruhsatlı. (02.01.2011-Haberkonya)  Sakarya Belediye Başkanı hakkında, Marmaray çalışmalarında çıkarılan 4.000 kamyon hafriyatı, Sapanca gölüne döktürdüğü iddiasıyla dava açıldı. (18.01.2011-Milliyet)
Zeytinin canına ot tıkayacaklar:
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Aşılattırılmasına dair yönetmelikte değişiklik yapılarak zeytinlik alanların üzerinde elektrik üretim tesisleri, madencilik, petrol ve doğalgaz arama ve işletme faaliyetleri, savunmaya yönelik stratejik girişimler yapılmasına imkân vermek için taslak yasa hazırladı. (27.01.2011-Cumhuriyet)
Sağlığımız açısından büyük risk taşıyan Nişasta bazlı şeker (NBŞ) Avrupa ülkelerinde yasaklanırken, bizde kotası arttırıldı (09.02.2011- Cumhuriyet). NBŞ ye karşı tüm dünyada tercih edilen Şeker pancarında, ülkemiz dünyanın en büyük 4. üreticisi. Bu üretimle ülkemizde tarım işçilerine umut olan ve işsizliğe çare sayılan şeker pancarının işlendiği şeker fabrikalarımız da ne yazık ki özelleştiriliyor.
Hatırlatma: “Bir şahsın yaşadıkça memnun ve mutlu olması için lazım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmasıdır” Mustafa K. ATATÜRK
***
ÇEVRE FELÂKETLERİ VE ÖZELLEŞTİRME
Mustafa Nevruz SINACI
Maçahel’de düğün var!
Geçen yıl olası çevre felaketleri için gereken önlemleri düşünmeden özelleştirme yüksek kurulu onayı ile satılan onlarca HES’ler için çevreye duyarlı vatandaşlar iptal davaları açtılar. Özellikle Rize bölgesinde birçok HES satışı için iptal kararı çıktı (09.02.2011-Cumhuriyet)
Yine Trabzon da üzerine 7 adet HES kurulacak olan Galyan dere havzasının tutsak hale geleceği belirtiliyor (07.02.2011-Cumhuriyet). Bu santrallerin yaratacağı çevre kirliliğinin ekosistemi tehdit ettiği ve içme sularının kalitelerinin tartışıldığı JMO toplantısında 10 yıl sürecek inşaat çalışmalarında pek çok kirleticinin suya karışacağı ifade edildi.
Güzel ülkemizde alınan maden arama izni ile binlerce dönümlük orman arazimiz ve yüz binlerce ağacımız katlediliyor. Son 4 yılda verilen maden ruhsat sayısı 45.000’e çıkarken, Türkiye’mizin üçte birlik alanı yabancılara tahsis edilmiş oldu (12.06.2010-Cumhuriyet). 1923-2004 arası verilmiş ve yaşayan yaklaşık 1500 ruhsat varken, Mayıs-2004 de yürürlüğe giren yasal düzenleme ile 4 yılda 43.500 ruhsat verilmiş!..
Ne yazık ki ülkemizde her seçim döneminde Orman affı çıkar ve birçok işgalci bu aftan yararlanır. Şimdi de 2B düzenlemesi ile sadece İstanbul’da 77.000 dönüm orman arazisi talana açılmış oluyor (06.02.2011-Cumhuriyet). 2B arazilerinin yasa çıkartılarak satılmasının Anayasanın 169 ve 170. Maddelerine aykırı olduğu ve konunun Anayasa Mahkemesine taşınması halinde daha önce 5 kez iptal kararı veren yargının bu satışları da iptal edeceğine kesin gözüyle bakılıyor.
Yukarıda sayılan çevresel tehlikeler dışında, güzel işlerde oluyor.
Kırmızı telefon harekete geçirdi. Tarım Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü, Greenpeace’in başlattığı Kırmızı telefon eylemi sonunda harekete geçti. Greenpeace Akdeniz kampanyası ile yavru balık avının durdurulması için imza veren 272.000 kişi ve 5000 SMS ile 2070 arama sonuç vermiş (11.02.2011-Cumhuriyet) Yapılan yanlış özelleştirmeler sonucu faaliyeti neredeyse sona erdirilen EBK yeniden harekete geçirildi. 17 büyük kentimizde halkımıza ucuz, sağlıklı ve hijyenik et ve et ürünlerini franchising sistemi ile satmak için 100 adet mağaza açıyor. (11.02.2011-Milliyet)  Yerli tohum elden ele gezmeye başladı. Yerli tohum satışının Tohum Yasası ile yasaklanması ardından üreticiler, yüzyıllardır uyguladıkları yöntemle sakladıkları tohumları paylaştı. Seferihisar da düzenlenen Yarımada Tohum Takas Şenliğinde yerli üretimin önemine vurgu yapıldı. (06.02.2011-Cumhuriyet) Çöpten elektrik: Ekolojik enerji 8 yıl önce Kemerburgaz’da kurduğu TUBİTAK destekli merkezde tüm atıkları gazlaştırarak çöpten elektrik üretmeyi başardı. (09.02.2011-Cumhuriyet)
Tüm dünyanın yaşamsal açıdan korunması için gereken önlemlerin alınması sorunu sadece ülkemizde değil her ülkede ele alınmalıdır. Bunun için de geleceğin kentlerinin otomobilsiz ve çevreci olması gerekmektedir. Nitekim İngiliz Daily Mail gazetesi de kentleri kökten değiştirecek çevre korumalı projeleri uygulayan dünya ülkelerini yazdı. Londra, Tokyo ve Tayvan gibi kentlerde daha ekolojik bir yaşama geçilmesi ve daha az enerji tüketilmesi için güneş ve rüzgar enerjisinden faydalanılacağı, trafikteki araç sayısının düşürüleceği belirtildi (09.02.2011-Milliyet). Darısı başımıza diyerek, ülkemizde elektrik üretiminde rüzgâr ve güneş enerjisinden yararlanacak kurum ve kuruluşlarımızı hep birlikte destekleyelim. Umarım yukarıda sıralamaya çalıştığım çevre felaketlerine karşı çeşitli önlemleri hep birlikte alırız. Aksi halde dünyanın en güzel ülkesinin doğal yaşam olanaklarını göz göre göre kaybedeceğiz.
NOT: Japonya ve Kızılhaç, 1999 depreminin ardından Yalovada bir hastane yaptırdı. Amaç depremzedelere psikolojik destek verebilmekti. Ancak yapımı 7 yıl önce biten hastane bir türlü hizmete açılamadı. Modern cihazlarla donatılan hastane binası geçen sürede yıprandı ve yağmalandı. Şimdi binanın okula çevrilmesi isteniyor ama bürokratik engeller varmış.
(*)   Referanslar ve kaynak: Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR 
(**) Bu makaleler, 20 ve 21 Şubat 2011 tarihli (Ulusal) ANAYURT Gazetesi'nden alınmıştır.

1 yorum:

engin dedi ki...
Yazdıklarınız çok doğru.Keşke
ilgililer de bu tip yazıları okuyup
gerekli tedbirleri alabilseler.
Yazrı tebrik ediyor,başarılar diliyorum.Selam ve sevgiler.
M.Engin Viranyalı (Gazeteci&Yazar)

6 Haziran 2013 Perşembe

Prof. Pachauri:İklim değişikliğinin sorumlusu insandır.

Prof. Pachauri:

İklim değişikliğinin sorumlusu insandır.

Boğaziçi Üniversitesi'nin 150. Yıl Etkinlikleri kapsamında Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (Intergovernmental Panel on Climate Change, IPCC) Başkanı Dr. RAJENDRA K. PACHAURI, "İklim Değişikliği: Enerji-Çevre" başlıklı bir seminer verdi.

Dr. Rajendra K. Pachauri, İklim değişikliğinin birinci derecede sorumlusunun insanlar olduğunu söyledi.
Dr. Pachauri, konuşmasında küresel iklim değişikliği ve küresel ısınmanın insan faaliyetlerinin bir sonucu olduğunu belirtti. Toplumların küresel iklim değişikliğine adapte olması için yenilenebilir enerji politikalarının günümüzde artık bir zorunluluk haline geldiğine dikkat çeken Dr. Pachauri, önümüzdeki yıllarda Güney Avrupa'nın kuraklık, Afrika'nın açlık ve Kuzey Denizi'ne kıyısı olan ülkelerin sel felaketleriyle karşı karşıya kalacağını, bir başka deyişle dünyanın hemen her bölgesinin iklim değişikliğinden etkileneceğini ifade etti.
Dr. Rajendra K. Pachauri seminerinde iklim değişikliği nedeniyle günümüzde çok ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu; bu sorunlara çözüm bulamazsak sorumsuz bir topluma dönüşeceğimize dikkat çekti. İklim değişikliğinin günümüzde ekonomi ve çevre politikalarından bağımsız düşünülemeyeceğini belirten Dr. Pachauri, son 50-60 yıldır global ısınımda yukarıya doğru bir eğilim olduğunu söyledi.
Küresel ısınım nedeniyle buzulların erimeye devam ettiğini ve deniz suyu seviyesinin yeryüzü genelinde 1 metrenin üzerine çıktığını belirten Pachauri, insan faaliyetlerinin iklim değişikliği ve sıcaklık değişiminde kilit rol oynadığına dikkat çekti. İnsan faaliyetlerinin yağmur, sel felaketleri, su taşkınları gibi ekstrem koşulları da oluşturduğunu söyleyen Pachauri, bu gelişmelere bağlı olarak önümüzdeki yıllarda dünyayı olumsuz bir tablonun beklediğini belirtti.
Karbondioksit emisyonunun 1970-2004 arasında yüzde 80 seviyelerinde arttığını söyleyen Dr. Pachauri, insan faaliyetlerinin sera gazı emisyonunun artmasındaki en önemli etken olduğunu ekledi.
Tarımsal verimlilik düşecek, bir yanda kuraklık, diğer yanda sel felaketleri artacak !
İklim değişikliğine bağlı olarak dünyayı bekleyen önemli değişikliklere değinen Dr. Pachauri, iklim değişikliğinin tarımsal verimliliğe etki edeceğini Afrika'da ve Güney Avrupa'da kuraklık yaşanacağını ve tarımsal verimlilikte yüzde 20-30'lara varan düşüşler yaşanacağını kaydetti. Deniz seviyesindeki yükselmelere bağlı olarak dünyada, Kuzey Denizi gibi özellikle kıyı bölgelerinde yaşayan milyonlarca insanın sel felaketleriyle karşı karşıya kalacağını savunan Dr. Pachauri, sıcaklık değişikliklerinin turizm başta olmak üzere çeşitli sektörleri olumsuz yönde etkileyeceğini ifade etti.
"Yanlış yöndeyseniz hızın anlamı yoktur" Mahatma Ghandi
Küresel iklim değişikliğine karşı çözümün yenilenebilir enerjilere daha fazla yatırım yapmak olduğunun altını çizen Dr. Pachauri, "Bizi kurtaracak olan yenilenebilir enerjidir" diye konuştu. Bugünkü faaliyetlerimizin gelecek on...yüz yılları etkilediğini, bu nedenle insan olarak gelecekle ilgili duyarsız davranmanın imkansız olduğunu hatırlatan Dr. Pachauri, seminerin sonunda Mahatma Gandi'nin sözüne atıfta bulunarak, hükümetlerin ve yerel idarelerin yenilenebilir enerji için bir an önce harekete geçmesi gerektiğini söyledi.
Rektör Barbarosoğlu: Yeşil kampüs ve sürdürülebilirlik vazgeçilmez değerlerimiz
Enerji Ekonomisi Derneği'nin katkılarıyla 20 Mayıs 2013 tarihinde Boğaziçi Üniversitesi'nde gerçekleştirilen seminerin açılış konuşmasını yapan Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Gülay Barbarosoğlu ise, Boğaziçi Üniversitesi'nin 150 yıllık geçmişinde "yeşil kampus" ve sürdürülebilirlik ilkesini uygulamaya geçiren bir yaklaşım izlediğini belirtti ve güneş, dalga ve rüzgar enerjilerinden daha fazla yararlanmak, daha az karbondioksit üretmek hedefleri doğrultusunda ilk uygulamalara sahip olan bir eğitim kurumu olduklarını belirtti. Barbarosoğlu, konuşmasında ayrıca Kyoto Protokolü'ne Türkiye'nin taraf olması için ilk adımların Boğaziçi Üniversitesi'ne atıldığını , bu yönde yapılan bilimsel toplantılara üniversitenin ev sahipliği yaptığını anımsattı.

4 Haziran 2013 Salı

BİR AĞAÇ, "KALAS" DEĞİLDİR!....

Bir Ağaç, KALAS Değildir.. 
O Bir Kanaat Önderi: Necati ÇAVDAR
Bir ağaç sadece ağaç; denilip geçilen bir şey değildir.
O, oksijendir.
O, barınaktır..
O, sığınaktır.
O, yeşildir.
O, toprağa tutunmadır.
O,  hasılı bir, can komple bir hayat..Bir alemdir.
Sen bir zamanların mağduru iken, zalim oluyorsun.
Gidip şu yaz başında yuvasında cıvıldaşarak ana bekleyen yavruların, yuvasını yıkıyorsun
Sen,  buldozerlerle kendine sığınan kurdun-kuşun, börtü –böceğin mekânını yerle bir ediyorsun.
Bir avuç vicdan sahibine, gestapo taburları gönderiyorsun..
Bu zulüm, değil de nedir…?
Sen iki ihtiyarın serinlemek için dibine çömeldiği, huzura  dinamit koyuyorsun..
Sen, evimin önünde yeşil var diye umutlanan ve onca para ödeyenlerin umudunu tüketiyorsun.
Sen; oralarda aşk, kavga, sevda, kin, umut, hülya her ne varsa yaşanmışların, hatıraların köküne kezzap döküyorsun.
Sen yüzyılların ortaya koyduğu bir yapıyı, kökünden sökerek tarihe meydan okuyorsun
Bunlara hakkın var mı?
Onu meydana getiren, onu diken…
Mevcut çevreyi; mekan, malzeme ve mimarisiyle ortaya koyanların eserine müdahaleye, hangi akıl ve hakla sahip oluyorsun.?
Evet, meri kanunlar belki sana bu hakkı verir. Fakat ilahi, tabiii ( şeri ) kanunlar bu hakkı sana vermez.
Yetkin ve sıfatın ne olursa olsun vermez.
Zira  o ağaca tüneyen  serçenin de,  başında ötüşen kumrunun da.. Karşıdaki avını gözleyen karganın da …
Dallarlında gezen karıncanın da..
Çevrede mülkü olup da ona bel bağlayanların, belki yüz yıllar sonra doğacak çocuklarının da..
Hiçbir ilgisi olmasa da  sadece bir kez geçerek birine merhaba diyenlerinde hakları var..
Sen yüzyıllar önce dikilen bir taşı, sütunu kaldırmaya hakkın yok ise Gezi parkını yada başka bir yapıyı  kazımaya hiç hakkın yok.
Ne yapacaksan git başka yerde yap.
Yapacaksan kazıyarak, yok ederek değil.
Yaşatarak, koruyarak çoğaltarak yap..
Hatta mevsimine  dikkat ederek yap..
Tıpkı diktatör Kamal ağa gibi her şeyi silerek, kazıyarak yeniden inşa değil…
Var olanın üstüne koyarak, yaşatarak, paylaşarak, danışarak, ikna ederek inşa daha sağlıklı.
Daha önemlisi adaletle hükmederek, yapabilmek adamlık.
Kamu gücünü elene geçirip, gariban serçeye, birkaç çiçeğe savaş açmak neyin nesi…
Elbet, onunda KORUYUCUCUSU – GÖZETENi olduğunu nasıl unutursun…?
Akılla doğruyu bulamıyorsan..
Gerekirse karşına mazlumları,  hatta  daha zalimleri çıkararak dize getirir..
Güvendiğin en seçme zalimler, en seçme yağdanlıklar bile mazlumun karşısında mum olur, dize gelir.
Geldi de..
Dizi olmayan, karşısında senin en zalim makinen TOMAlar durdu. Hatta kaçtı.
Sen, masum istek ve insanların arkasına sığınarak meydana çıkan;   daha  zalim ve  pusuya yatmış leş kargalarından parti binalarını hele hele  ata mirası mabetleri korumaktan acizken, neden gidip masum ve mazlum..
Şu İstanbul sıcağında ağzını açmış, biraz serinlik uman kuşların yuvalarını bozarsın.?
Çünkü ağaç, sadece bir KALAS değil, başlı başına bir alemi barındırır..
Kimi  “kalaslar”,  taşa duyurduğumuz  çığlıkları duymadı, duyamadı..Ama kalpleri taşlaşıp akıldan, insaftan uzaklaşanların; heveslerine uyarak, egolarına, dünyevi güç ve saltanatlarına dayanarak ağacında bir canlı olduğunu unutup,  yemyeşil elbiseye büründüğü, çiçeğe, meyveye durduğu, yorgun bedenlerin altında gölgelendiği bir dönemde değil balta vurmak, onları buldozerlerle kökünden kazımak istediler.
Bir ağaç diye bakıp savaştığın alem; dar geldi, savaşı tüm ülkeye yaydın..
Evin sayılan partin tarumar edilip,  hak ile yeksan edildi, en kutsalın bildiğimiz mabedin çiğnendi/çiğnettin..!
Masum ve mazlumlara “Adaletle” yaklaşmayıp  memleketi,  meydanları; pusuda bekleyen anarşiste/anarşizme, sırtlanlara teslim ettin..
Ben burada ..
Sen ..
Zulümlerin zirve yaptığı..
Marip’de.. Kızıllıklar  ülkesinde…  Marakeş’de ..
Pön’ün mağruru Aniballar, Kartacalar bi şeyler hatırlatır mı..
Daha güzelini yapmak için bi Haziran günü Neron’un tümünü ateşe verdiği  Roma, Afrika kıyılarından görünür mü ..
Görebilen bulunur mu?
Bilmem..
Fakat;
Kukaların, kulların, bu gün  senden nemalanan , en kısa zamanda seni terk edecek olanlar SÜR dese de, akıl, vicdan..
En önemlisi; Maripten Maşrıka, bütün aleme,  halkın vicdanına  hükmeden, istediği zaman  Ebabilleri gönderen, senin zulmüne yeter ve  DUR diyor..
Zira o, yok etiğin yeşilin, ağacın, kuşun, kurdun sahibi var..     
Unutma ki, ağaç sadece bir KALAS değildir.
Hoş kalas olsa da nice işlere yarar, nicelerine barınak olur.
Anlayana…
04. Haziran 2013
Necati Çavdar

12 Nisan 2013 Cuma

ORMANLARIN SAHİBİ!...

TEMA VAKFI KURUCU ONURSAL BAŞKANI HAYRETTİN KARACA'YA BM'DEN "ORMAN KAHRAMANI" ÖDÜLÜ VERİLDİ

15 Mart 2013 Cuma

ÇEVRE FELAKETİ YAŞIYORUZ......

ÇEVRE FELAKETİ YAŞIYORUZ...!!!...
Bir şahsın yaşadıkça memnun ve mutlu olması için lazım gelen şey, kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmasıdır. Mustafa Kemal ATATÜRK
Hatalı kentsel dönüşüm ile Yeşile hasret kalmayalım
Değerli arkadaşlar,
Güzel ülkemizde ve dünyamızda; küresel sermaye ve AB-D emperyalizminin çıkarları yüzünden oluşan çevre kirlilikleri nedeniyle sağlıklı ve mutlu yaşamımız giderek tehlikeye düşmektedir. Bizden sonraki nesillere de daha riskli ve kirli bir dünya bırakmamız söz konusu.
Pek çok gelişmiş ülkede, yaşanan çevre felaketlerine karşı hem siyasal hem de sivil toplumsal örgütleri ile gereken tepkilerini çok güzel ortaya koymaktadır. Ne yazık ki güzel ülkemizde siyasi yaşam kısırlaştı ve sadece dinsel siyasete veya etnik kimliğe dayalı hale geldi. Çağdaş demokrasilerde olduğu gibi ülkemizde yaşanan çevre kirliliğine karşı duyarlı bir siyaset ve siyasi güç söz konusu değil.
Hemen hemen her yıl tekrarlanan ve yıllardır devam eden çevre sorunlarımızı dile getirmemiz ve hep birlikte çözümler aramamız gerekir. Yani giderek elden çıkan çevremize sahip çıkmalıyız. Örneğin;
·         Bursanın yeşili kalmadı. Bursa’nın yüzölçümünün %65 ine maden arama ruhsatı verildi. 10.900 km2 lik Bursanın 7.126 km2 ni maden ocakları kaplamış (4.12.2012-Cumhuriyet).
·         İçme suyu ‘kil’lendi. Çanakkale’de günlerdir etkili olan sağanak yağış kentin içme suyu ihtiyacının karşılandığı Atikhisar Barajının tonlarca killi toprakla dolmasına neden oldu. Bulanık içme suyunu arıtmakta zorlanıldığı ve yemeklerde kullanılmaması istendi (5.12.2012-Cumhuriyet).
·         Radyoaktif bahçe için suç duyurusu. İzmir’in Gaziemir ilçesinde yıllar önce kapatılmasına rağmen bahçesine gömülen radyoaktif atıkların tehlike saçtığı belirlenen Aslan Avcı Döküm sanayi için gerekli önlemleri almayan Valilik, Büyükşehir Belediyesi, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu(TAEK) ve fabrika sorumluları hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunuldu (5.12.2012-Milliyet).
·         Süngerleri nükleer kazalar hasta etti. Bodrumda dalışlar yapan Mehmet Baş, Ukrayna’daki Çernobil ve Japonya’daki Fukuşima Nükleer Santralı patlaması sonucu denizdeki süngerleri bu kazaların hasta ettiğini ve bu patlamaların etkilerinin Bodruma kadar geldiğini belirledi (5.12.2012-Milliyet).
·         13 dakikada bir canlı yok oluyor. Doğa derneğine göre dünyada her 13 dakikada 1 canlı yok oluyormuş. Türkiye’mizde de 2 endemik bitki türünden ve her üç kuş türünden biri de yok olma tehlikesiyle karşı karşıyamış (1.1.2013-Milliyet).
·         Türkiyenin havası kirli. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tespitlerine göre kalitesiz yakıt kullanımı sonucu 79 ilde hava kirliliği yaşanıyormuş. Bunların 56 sında evsel ısınma, 7 sinde meteorolojik faktörler, 6 ilde sanayi, 6 ilde topoğrafik faktörler, 4 ilde ise trafik neden olarak saptanmış (31.12.2012-Cumhuriyet).
·         Devletin kalitesiz kömürü hava kirliliğini arttırıyor. Çevre Bakanlığı verilerine göre İstanbul’un havası giderek bozuluyor. Hava kirliliğinin arkasında devletin ücretsiz dağıttığı kömür varmış (19.1.2013-Sözcü).
·         İskenderun kirlilikte birinci olur. Tasyalı holding ve Atakaş tarafından denize sıfır ormanlık alana kurulacak 2 termik santral, günde 26.000 kömür yakacakmış(9.2.2013-Cumhuriyet).
·         Su havzalarımız korumasız. İstanbul Büyükşehir Belediyesinin İçme Suyu Havzaları Yönetmeliğinde yapılan değişiklikle İstanbul’daki havzaların koruma bandı 100 m den 10 m ye düşürüldü (18.1.2013-Cumhuriyet).
·         Bir dalını kesene hapis, kökünü kazıyana servet. Antalya’nın Finike ilçesine bağlı Alacadağ Köyü sınırlarındaki Kızılcık yaylasında sedir ağaçlarından oluşan ormanlık alandaki 12 taş ocağının faaliyetleri yüzünden binlerce asırlık çam ve sedir ağacı bir bir kesiliyor. Türkiye genelinde son 11 yılda 85.000 taş ocağına ruhsat verilmiş(14.2.2013-Sözcü).
·         Sosyal medya Sapanca Gölü’nün yardımına yetişti. Taşan kanalizasyonun Sapanca gölünü kirlettiğini gösteren görüntüler sosyal medyaya düşünce SASKİ müdürlüğü harekete geçti (20.2.2013-Milliyet).
·         Kaz dağlarında zehir kusmuşlar. Balıkesir’in Havran ilçesine bağlı Kalabak köyü yakınlarındaki Eybek dağında geçen yıl çıkan yangında, söndürme helikopteri bölgedeki bakır ve molibden madeni çökertme havuzunun zehirli sularını kullanmış. Yangının ardından Havran çayında binlerce balığın öldüğü belirlenmiş (30.1.2013-Cumhuriyet).
·         Yatağanda köpük paniği. Muğla, Yatağan termik santralından yükselen sıcak su buharıyla 500m lik çevreye dağılan köpükler, halkta kimyasal panik yarattı. Biosit 5500 olarak adlandırılan sabun bazlı kimyasal, organik maddelerin çözümünde kullanılırken ortaya çıkan köpükler kule fanları ile çevreye yayılmış (3.2.2013-Milliyet).
·         Biz kirletiyoruz, yabancılar temizliyor. Dalyanda yerli halkın çöp atarak kirlettiği kanal ve sazlıkları her hafta tekneyle dolaşan yabancılar, gönüllü temizlik yapıyormuş. Torbalar dolusu çöp topluyorlarmış (19.2.2013-Sözcü). NE ZAMANDERS ALACAĞIZ?
Değerli arkadaşlar,
Yukarıda sıralamaya çalıştığım çevre felaketlerine karşı halkımızın, sizlerin, STK’ların, tüm yöneticilerimizin ve danışmanlarının dikkatini çekebilirim ve de gereken önlemleri de zamanında hep birlikte alırız.
Özellikle çevre kirliliği için alınması gereken önlemler ne kadar gecikirse, olası çözümlerinde o kadar zorlaştığı sonucunu, bilgilerinize sunmak isterim. Aksi halde dünyamızı ve onun en güzel ülkesinin doğal yaşam olanaklarını göz göre göre kaybedeceğiz.
Sevgi ve saygılarımla (14.3.2013)
Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
NOT:
Güzel ülkemizde çevresel açıdan güzel işler de oluyormuş. Örneğin Çimento sektöründe maliyetlerin içinde yakıtın payı %38 dir. Bu nedenle Çöpten enerji üreten çimentocular, ekip kurarak atık peşine düşmüşler. Atıktan Tüketilen Yakıtı (ATY) bugün 48 çimento fabrikamızdan 27 tanesi uyguluyormuş Böylece yıllık 330.000 tonluk atık yakılıyormuş. Gönülden kutlarım onları.

18 Şubat 2013 Pazartesi

EMANETİN BEKÇİSİ, HALK HİZMETKÂRLARINA AÇIK MEKTUP


EMANETİN BEKÇİSİ,
HALK HİZMETKÂRLARINA AÇIK MEKTUP
Mustafa Nevruz SINACI
Cemil Çiçek, Parlâmento Başkanı,
Recep Tayip Erdoğan, Bakanlar Kurulu Başkanı
Veysel Eroğlu, Çevre, Orman ve Su İşleri Sorumlusu (ile)
Bütün parti sahipleri ve parlâmenterlere
Parlâmento/ANKARA
Konu: Parlâmento gündeminde yer alan, “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma” kanun tasarısı hakkında görüş, tenkit ve öneriler… (*)
Türkiye Cumhuriyeti’ni 55 yıldır, alçak ve küstah bir tavırla “dış kapıda bekletmek”, emsallere aykırı, insanlık, ahlâk ve evrensel hukuk dışı dayatmalara maruz bırakmak ve Türk Milletinin onur, şeref ve haysiyetini rencide etmek.; Ayrıca iç sorunlar yaratıp anarşi, terör ve tedhiş unsurlarına yardım ve yataklık yapmayı adet haline getirmek gibi “insanlık suçları” ile malul AB tarafından, müktesebat bahanesi dâhilinde fiilen kabule zorlanan; Halihazır, (usulen ve tefhimen) Parlâmento prosedürüne intikal “Tabiatı ve biyolojik çeşitliliği koruma kanunu” nun gündemde yer alan mevcut haliyle Meclis’te görüşülmemesi; Emanetin bekçisi ve millet hizmetkârlarına dayatılan bu aykırı tasarı ve konuyla ilgili herhangi bir karara varılmaması ve Kanun’un ‘halkla istişare edilerek’ katılımcı bir süreçte yeniden hazırlanması konusunda ilgili makamlara görüş vermenizi; Milli Devletin, devlet mülkü ile ülkedeki bütün maddi varlıkların hakiki sahibi ve devletin unsuru aslisi; Emanetçisi ve mülkünün bekçisi olduğunuz vatandaşa ayrıntılı bilgi vermenizi ve milletle mutabık kaldıktan sonradır ki; Genel Kurula indirmenizi istiyor, hatırlatıyor ve “adalet ahlâkı ile evrensel hukuk adına” talep ediyorum.
Talebimin sebep, dayanak ve gerekçeleri aşağıdaki gibidir.
1-      Kanunun hazırlık süreci katılımcı değildi:
Kanun, sözde müktesebat gereği bir AB dayatması olup; konunun gerçek tarafı “halk, bilim kuruluşları, Üniversiteler, basın ve kamuoyuna açık katılımcı bir süreçle” hazırlanmadı. Bu haliyle şeffaflık ilkesine aykırı, kamu yararı aleyhine, karar alma süreçlerini ihlâl ile sakat ve katılım yönünden demokratik değildir!.. Ülkemizi 30 yıl önce hazırlanan yasaların daha da gerisine götürecek niteliktedir.
2-Doğal Sit statüsü kalkıyor, mevcut ve “milli servet” değeri yönünden korunan alanların statüleri yeniden değerlendirilecek:
Kanun’la birlikte ülkemizde bugüne kadar ilan edilmiş bütün korunan alanların (Sit, Milli Parklar, Yerel Habitatlar, Doğal ve Yaban Hayatı Koruma Alanları, vb) statüsü yeniden değerlendirilecek. Söz konusu yeniden değerlendirme sürecinin nasıl bir yöntemle, hangi usul, esas, kriter ve bilimsel esaslar göz önüne alınarak gerçekleştirileceği sarahaten tespit ve tayin edilmiş değil. Aksine, hüküm ve kavramlar çok muğlâk, esnek, belirsiz.. Tasarıyla öngörülen bu süreçte birçok Milli servet, kültürel değer, nadide eser, alan ve endemikler mevcut koruma statüsünü kaybedebilir, orijinal fauna tahrip edilebilir; Şu an için Ankara 100 Yıl Birlik Parkı kalkışmasında olduğu gibi kadim park ve bahçeler peşkeş çekilebilir. Yaşamın olmazsa olmaz şartı doğal denge bir daha tamir imar ve telâfisi kabil olamayacak derecede tahrip ve tarumara maruz kalabilir. Dolayısıyla ve bu yönüyle teşebbüs emanete hıyanet meyanındadır...  
Ayrıca mezkür Kanun tasarı ve teşebbüsü ile birlikte, mevcut ve meri ‘Doğal Sit alanı’  statüsü ortadan kalkmakta; Halen kısmi yahut bütünsel koruma kapsamında yer alan “mevcut eko sistem, milli servet, tabii değer, doğal sit alanı-orman, meralar ile; Geçerli bilumum kural, kanun ve tedbirlere rağmen, ülkemizin her tarafında “bilinçsizce, adeta insanlık, sürdürülebilir yaşam ve doğal değer düşmanlığı” ile ihtirasla, hırsla yağmalanan tarım ve ziraat arazilerinin  akıbetinin ne olacağı:, “Çok büyük bir tehdit, gasp ve tehlikeye maruz kalabilecek derecede” kuralsız, korumasız, tedbirsiz ve belirsizdir. Bu belirsizlik: Avrupa, Asya ve Orta Doğu’nun en zengin faunasına sahip ve fakat sürekli yağmalanan “mevcut Türkiye” şartlarında asla göze alınamaz. Zira çok iyi bilindiği üzere hali hazırda Türkiye yüzölçümünün yaklaşık % 4 - 5 civarı korunan alan statüsüne sahip olup; Bu alanların daha da genişletilmek suretiyle koruma işlem ve kapsamının genişletilerek sürdürülmesi hayati önem ve mutlak zarureti haizdir.
Kaldı ki; Türkiye’nin de taraf olduğu; Aynı AB ülkeleri ile gelişmiş dünya devletleri tarafından en kapsamlı şekilde, hassasiyetle, tam bir dikkat ve özenle uygulanan Uluslar arası Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi gereğince ülkemizin 2020 yılına kadar;
1) Doğal habitatlarının, (ekolojik değer, ekilebilir ve sulanabilir tarım, ekim, ziraat alanı, park, bahçe, mera ve orman; Nadir bitkiler, doğal havzalar ve endemik yapı) tahribat, amaç dışı kullanım ve kaybını sureti katide önlemek, ortadan kaldırmak; Merkezi veya yerel idarenin buna muktedir olamaması, aciz kalması gibi dumur hallerinde ise en az yarı yarıya azaltmak, her şeye rağmen mümkün olan yerlerde sıfıra indirmek;
2) Mümkünse tamamını, değilse karasal ve içsu alanlarının (havzaların) minimum % 17’sini, deniz ve kıyı alanlarının %10’unu korunan alan olarak ilan etmek; Gerçekten koruma altına almak, mevcut tahribatı imar ve ıslah ederek kıyı yağmasını bütünüyle önlemek; Denize şehir atıkları dökümü, lâğım ve atık su (kanalizasyon) bağlanması nevinden;. Ancak ve sadece insan altı idare unsurlarının işleyebileceği suç saiklerini kesinlikle men ve tedip etmek…    
3) Amaç dışı edinim ve tasarruflar sonucu, doğal yapısı bozulmuş alanların mümkünse tamamının, değilse en az %15’inin (hedef mutlaka tamamı olmalıdır) koruma ve restorasyon çalışmaları ile geri kazanmak hedeflerini yerine getirilmesi gerekiyor.
Oysa malum, münhasıran çıkar odaklı ve melhus tasarı bu haliyle yasalaşırsa bırakın yeni alanlar ilan etmeyi mevcutların bile etkin biçimde korunması mümkün olmayacaktır.
3-“Üstün kamu yararı” gerekçesiyle korunan alanlar yatırıma açılabilecek:
Parlamentoya sunulan taslak içeriğinde: “üstün kamu yararı” gerekçe gösterilerek korunan alanlarda her türlü yatırıma izin verilmesine ilişkin düzenleme var. “Üstün kamu yararı” ise açıkça tanımlanmamış. (Örneğin bir otoyol, enerji yatırımı, sanayi tesisinin bir milli park içerisinde veya milli parkı doğrudan etkileyecek bir bölgede yapılması mümkün olabilecek) Bu düzenleme teşebbüsü, “insani veya doğal hayatin davamı yönünden hayati önemi haiz ve halkın tamamının mutlak menfaatine müteallik zaruret halinde kamulaştırma yoluyla” tasarruf hariç olmak üzere,; Başkaca bir “üstün kamu yararı” düşünülemez… 
Mutlak bir hayati zaruret olmadıkça doğal fauna, ekolojik denge, bitkisel ve hayvani hayatın neş’et ettiği alanlar; Dereler, Göller, Su kaynakları, Deniz sahilleri, ekilebilir toprak, sulandığı takdirde yeşerebilir alanları: Sanayi, ticaret, yoğunluklu bina içeren turizm tesisi ve konut alanı olarak imar ve ikame etmek insana ve vatana ihanet etmektir.      
4- Bakanlık dışında kimsenin söz hakkı yok:
Kanun’un genelinde; Hali hazır AB ülkelerinde uygulanan usul ve esasa dahi aykırı olarak; Yöre halkının, bilim ve sivil toplum kuruluşlarının ve diğer hukuki hak sahibi malik ve paydaşların; Korunan alanların ilânı, planlaması ve yönetimi süreçlerine aktif bir biçimde katılımını sağlayacak hiçbir düzenleme, amir hüküm, takip ve denetim mekanizmaları yok.
16 Mart 2011 tarihinde kabul edilen tasarıda yer alan katılım mekanizmaları (Ulusal Tabiatı Koruma Kurulu, Mahalli Tabiatı Koruma Kurulu ve Bilim Heyeti) bile iş bu tasarıdan (muhtemel art niyetler, bazı özel hesaplar ve sair çıkar sağlama niyetleri nedeniyle olsa gerek) çıkarılmış. Bütün dünyada biyolojik çeşitliliğin korunması için “katılımcılık” olmazsa olmaz fikir ve fiili bir ilke olarak benimsenmişken, bu Kanun taslak ve tasarısında halkın karar alma ve fiilen uygulama süreçlerine katılımını sağlayacak kanalların yer almaması kabul edilemez.
Ciddi bir takip ve koruma mekanizmasının yokluğu da büyük bir eksikliktir.
5- Milli Parklar Kanunu’nu yürürlükten kaldırıyor:
Kanun’la birlikte mevcut Milli Parklar Kanunu yürürlükten kalkıyor.
2873 sayılı “Milli Parklar Kanunu”, ülkemizde, doğa koruma konusundaki en önemli yasal düzenlemelerden bir tanesi. Oysa bu tasarıda korunan alan statülerinden bir tanesi olarak “milli park” statüsü yer almasına rağmen, bu kapsamda mütalâa edilecek alanların hangi usul ve esaslara göre yönetilip korunacağı belirsiz, muğlak ve muallaktır. Milli Parklar Kanununun (kabul edilmesi halinde) bu Kanun ile birlikte yürürlükten kaldırılması hali hazırda zaten ciddi baskılarla karşı karşıya kalan Milli Park alanlarımızı olumsuz biçimde etkileyecektir..
Özellikle son dönemde sayıları hızla artan ve çoğu “Mili Habitat’ın gerçek hak sahibi” halkın isteği hilâfına, şiddetli red ve tepkisine rağmen inşa edilmeye çalışılan HESlere açılan “karşı davalarda” Milli Parklar Kanunu önemli bir dayanak ve bu tasarı ile beraber bu sağlam dayanak, her ne hikmetse “rantiyenin önündeki engel” anlayışı ile olsa gerek maalesef ortadan kaldırılıyor. Bu da ülkemiz, milletimiz ve geleceğimiz için büyük kaygı, kayıp ve engeldir.
Şu hale nazaran: Beklenir yağma, haksız edinim girişimleri ve peşkeş kalkışmaları karşısında stabilizatör değeri olan kanunlar mutlaka kalmalı veya onu ikame eden kanunda, daha etkin bir düzenleyici / koruyucu biçiminde yer almalıdır.   .
NETİCE OLARAK:
Gerek hazırlık süreci, gerekse getirdiği aykırı düzenlemeler itibariyle son derece sakıncalı ve endişe verici bu Kanun Tasarısı’nın mevcut haliyle yasalaşması halinde, zaten yıllardır ekilebilir alanları, ormanları, sit ve sair ekolojik değerleri yağmalanan ülkemizdeki doğal yaşam alanlarının ve biyolojik çeşitliliğin; Nadir bitkiler, doğal havzalar ve endemik yapı ve hayvan potansiyelinin kaybedileceği bir gerçektir.
Esas amaç ve kurulum ilkeleri bağlamında “Koruma” misyonundan uzak, adeta doğa koruma alanlarını ticari kullanıma açmanın yollarını tanımlamak için hazırlanmış bu Kanun tasarısının ülkemizin doğasını çok kısa bir süre içerisinde geri dönüşü olmayacak şekilde yok edeceğine inanıyorum. Bu alanda uzun yıllardır örnek çalışmalar yürüten birçok sivil toplum kuruluşunun da bu Tasarı’ya karşı çıktığını biliyor ve bu çabalarını yürekten destekliyorum.
Tüm bu olumsuzluklar, mücbir nedenler ve yaşamsal sebeplerle sizlerden bir an önce “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’nı”; Millet iradesinin “yasama erki ve devlet idaresinde” yansıması olmaktan uzak parlâmento seçkinleri gündeminden çıkartıp,; Çok ayrıntılı bir biçimde ve milletle birlikte değerlendirilmesi ve “mevcut yapı çerçevesinde” bu kadar önemli, hayati bir ve milli bir konuda “halk adına karar verme hak ve salâhiyetinizin bulunmaması” cihetiyle; referanduma gidilmesi kaydıyla taslağı işlemden kaldırmanızı ve bu haliyle üzerinde karar almamanızı talep ediyorum...
Gelecek nesiller için çölleşmemiş, kirlenmemiş, yaşanabilir bir Türkiye bırakılmasını arzu eden ve “nihayetinde bütün parlamenterlerinde bir insan olduğu düşüncesiyle” içtenlikle ve kamu yararına, ulusal onur ve sorumlulukla hareket eden bir yurttaş olarak.; Sizlerden söz konusu  kanun tasarısının parlamento gündeminden mutlaka geri çekilmesi ve kamu yararını esas alan şeffaf, katılımcı bir süreçte yeniden düzenlenip, hazırlanması için gerekli adımların atılmasını talep ediyorum. Bu Tasarı’nın durdurulmasına yönelik bugün atacağınız adımların, ülkemizin geleceği için yapılmış en değerli yatırım olarak tarihe geçeceğine inanıyorum.
Şurası mutlaka bilinmelidir ki: Bilerek ve isteyerek “doğa’ya ve doğal’a” saldıran, tabiatı tahribe yeltenen, hasar ve zarar verenler, azılı ve amansız insanlık düşmanıdırlar.
Gereğinin milli menfaatler doğrultusunda, ülkemiz, milletimiz, çocuk ve gençliğimizin geleceği dikkate alınarak yapılması ve icabında “sağlam, sağlıklı, demokrat, kalıcı, namuslu, dürüst, iyi ve uygulanabilir, sürdürülebilir” bir kanun hazırlanması için mevcut tasarının geri çekilmesi hususunda gereğinin yapılmasını; “Milli duyarlık ve sosyal sorumlulukla, yönetimi denetleme görevimiz gereği” arz ve talep eylerim.., 
Mustafa Nevruz SINACI 
Siyaset Bilimci - Hukukçu, Gazeteci, Araştırmacı-Yazar
(*) Not: İş bu açık mektup metni; AKUT (Arama Kurtarma Derneği) Başkanı sevgili ve değerli Ali Nasuh MAHRUKİ tarafından düzenlenen kampanya bazında düzenlenip hazırlanmıştır.